İnsanı anlamak, kendine yolculuk yapmak, kendine bakarken başka ruhlara taşınmak. Aynalar içinde hep aynı şeyi görür gibi, yaratılmışlar içinde kendini okumak. Öylesine uzak, öylesine yabancı ruhlar vardır ki başka dünyalarda gibi temassız geçtiğiniz, öylesine yakın, öylesine sıcak temaslar da vardır ki aynı ruhta gibi hissettiğiniz. İnsanı, insana bu denli yakın kılan nedir diye sorarsanız belki de net bir cevap bulamazsınız. Aynalar, sizi size yansıtmak için, sizden olanları bir araya toplar. Yansımalar, gönül köprüsü kurarken, gönlüne yansı düşmeyenler aynalarda sadece kendini seyreder.
Sınırlı bir zamanda, saniyelerle yarışırken, aynalardaki ruhlara takılıp kalmak neden? Ben yetişemiyorum ki ömrümün peşinden koşmakla, neden ayak bağı oluyorsun söylesene ey ruhum bana? Bilirim sessizlik zor gelir her insana ama çok ses de ayak bağı olur varmak istenilen son durağa. Ferman dinlemeyen yüreklerde, sevda gibi tutuşur fanilik sesleri, faniliği kabul etmeyen ulvi ruhlar ise uçarcasına varmak ister ebediyete.
Kaybolmakla eşdeğer yalnızlıklar mı yaşanmalı, yoksa kaybolmayı aratacak girdaplardan mı kurtulmalı? Bu zor soruların çıkmazında, bence en önemlisi yaratılış sırrına bakmak olmalı. Nedir menzil, neresidir kızıl elma, durmakla koşmak arası kararsızlıklarda, sonsuzda karar kılmalı. Bilmem ki nasıl bir meçhulün büyüsüdür sonsuzluğa gölge düşüren, her adım sanki mayın tarlası. İçimizdeki duygular dizginlenemediğinde sonsuzluk gölgelenmekte, duygularsa yerlerde sürünmekte. Ayağa kalk, doğrul, muhabbetle girdaplara düşmeden önce, muhabbetle uçmağa varmayı bekle. Her karar aşamasında birini tercih edenlerin, diğerini göremediği iki yol ayrımı var. Tüm duyguların yaratılış sebebi, her köşe başında karşımıza çıkan bu çelişkide gizli. Zira aynı anahtar hem cennete, hem de cehenneme götürmekle görevli.