Sınav sonuçları ve tercih dönemleri, çocuğu sınava giren birçok anne-babanın kırılma noktası. Geleceğe dair kurulan hayallerin çizilen rotası. Dönüşü olmaz zannedilen kararların son durağı. Sahi ne çok anlam yüklüyoruz, oysa bu sınavlar ve tercihler, hayat sınavının içinde yaşanan küçük sınav heyecanları.
Her anne babanın hayalidir başarılı bir çocuğa sahip olmak. Çocukların kariyer ve gelecek idealinin sınavlarla belirlendiği bu zamanda ayrıcalıktır başarılı sonuçlar almak. Öyle ya milyonlarca çocuğun içinde dereceye giren benim çocuğumsa, hakkımdır gurura kapılmak (?) Bir de tersini düşünen ya da hiç istemese de düşünmek zorunda kalan ebeveynlere gidelim. Pandemi sonrası yaşanan travmalar, cevabı bulunamayan sorular, telafisi olmayan sonuçlar ve sonrası gelen düşük puanlar. Tam bir hayal kırıklığı. Evde matem havası. Anne babasının yüzüne bakmaya cesaret edemeyen evlatların yaşadığı gönül sancısı. Daha da acısı, duygularını ifade edemediği için umursamaz görünen gençlerin içinde yaşadığı anlam karmaşası. Bu karmaşa fırtına öncesi sessizliğin habercisi de olabilir, bir ömür boyu duygularını yadsımayı da getirebilir. Ruh sağlığı çalışanları çok iyi bilir ki duygularını ifade edememek çok büyük rahatsızlıklara sebeptir. Hal böyle iken, nedir en sevdiğimiz çocuklarımızın geleceği için, onlara en büyük zararı bizlere verdiren? Onlar için değil mi gelecek endişemiz? Onlar mutlu olsun, onlar en iyi yerlere gelsin, onlar çok iyi para kazansın diye daha ilk okuldan itibaren aldığımız test kitapları, verdiğimiz özel ders paraları, yaptığımız ölesiye kıyaslar nasıl olur da sonuçsuz kalır tüm yapılanlar(!)? “Ben bir ebeveyn olarak elimden geleni yaparken reva mıdır bana bu tembellik bu sıralama neden” gibi sesler yükseliyorsa içinizden, şimdi lütfen gönül sesinize kulak verin evladınıza daha fazla zarar vermeden. Bir ebeveyn düşünün ki tek iddiası çocuğunun mutlu olması, tek icraaatı ise çocuğunun ömrünü mutsuzluğa kurması. Nasıl olur da iyiliği istemek bir ömre kötülük getirir derseniz, bu işin içinde ilerleyemezsiniz. Gelin biraz dışardan bakalım. Bütün anne babalık duygumuzla çocukların mutlak sahibi bizmişiz gibi hissederken bunu anlamak çok çok zor gerçekten. Önce onları bize ait bir parçamız değil de bize gönderilen misafirler olarak görelim. Kim ki misafirinin her tercihine müdahale eder, “olmaz sen bilmezsin ben senin için en iyisini düşünürüm” derse kabalık eder. Evladımız her ne kadar çocuk olsa da onun da kendi istekleri ve tercihleri olduğunu bilelim ve kabul edelim. Varlığı koşulsuz kabul edilen çocuklar kendi içlerindeki yetenekleri daha güzel keşfeder başarıdan başarıya koşarlar. Zira koşturulmak zorunda kalmazlar! Varlığı test çözmek ve aldığı derece ile ölçülen çocuklar ise öz değerlerini kaybederler. “Sınav kaygısı” denilen kronik problemin en büyük kaynağı, ya kendileri tarafından ya da aileleri tarafından çocukların yarış psikolojisi içine sürüklenmesidir. Yani birey kendisini sadece ilklerde olduğu zaman değerli hissedecektir. Bu değersizlik hissi ise bugün ilk on binde olduğu için büyük bir mutluluk yaşadığını düşündüğünüz evladınızın belki de bir ömür boyu kendisini ispatlamak için çırpınmasına sebeptir.
Peki ne yapmak gerekir? Sınavları çocukların kişiliği ile ilişkilendirmeden, onlara zaman tanımak, anlayışla desteklemek, her zaman yanlarında olduğunuzu hissettirmek, kendi içsel yolculuklarında onlara yoldaş olduğunuzu tattırmak gerekir. Suçlamadan, yargılamadan, zor durumda bırakmadan, sınav başarısını dünyanın sonu gibi görmeden ve göstermeden hareket eden ebeveynler hem çocuklarını kazanırlar hem de çocuklarına güzel bir gelecek hazırlamış olurlar
Kısacası çocukların tercihleri için endişenlenmeden evvel; onların ruh sağlığı yerinde, kendine güvenen ve kendisini seven bireyler olmalarını mı istersiniz, yoksa yeter ki fen lisesini kazansın, doktor olsun, Kpss sonrası istediği yere atansın, ruhunda ne yaşarsa yaşasın beni ilgilendirmez mi dersiniz? Sahi siz hangisini tercih edersiniz?