Daha önce hiç fark etmediğiniz renklere çekiliyor, hiç görmediğiniz şeylerin heyecanını duyuyorsanız, içinizde nedensiz kıpırdanmalar olurken kalbinizde kuşların uçuştuğunu hissediyorsanız, hayat eskisinden çok daha fazla heyecan veriyor ve her anı yaşamaya değer buluyorsanız, anda kalın ve gerekirse nefes almayın. Nefes “SİZ” olun ve nefes verin dünyaya, tüm yaşamı içinize çekerken, tüm olumsuzlukları gönderin nefesinizden. Hiç bitmesin yaşama sevinciniz ve gerekirse doğun yeniden, en yüksek enerjiden. Takılmayın nefesinizi kesmek için sıraya giren olumsuzluklara ve takılmayın yolunuza çıkan taşlara. Taşlara da teşekkür edip ilerleyin ve bir tebessüm bırakın geride, sırf sizin ayağınıza değdi diye onları da önemseyin sevgiyle.
Ve küsmeyin hiç kimseye. Kimileri cesaretsiz, kimileri yüreksizdir bilseniz de incinmeyin, incitilmek istenseniz de. Onlara da gülümseyin sadece. Mualliminiz olsun tüm kırgınlıklar, hayat mektebinde. Siz aklınıza kötü düşünceler getirmeyin, kötüyü öğrenmeyin bu mektepte. En temiz düşünceler, en kutlu niyetlerle yoğrulsun duygularınız, gönlünüz kucak açsın cennete.
Peki nasıl kucak açalım cennete? Bağrından çıktığımız ve nihai varış noktamız olan toprak ve doğa ile doğallaşalım, sıyrılalım, betonlaşmış binalar gibi betonlaşan duygularımızdan. Zira sevgisizlikle katılaşan kalpler ile iletişim kurmaya çalışanlar, beton duvarların arkasından birbirine seslenenler kadar uzaktadırlar. Önce fark etmeli, sonra da yüklerini indirip hafifler gibi öze dönmeli. Biz, nefes alıp verdiğimiz anlar kadar, varız. Geçmiş ve gelecek arasında köprü kurması gereken aklımız, geçmişin kederlerini en ağırlaştırılmış hali ile bizlere yüklerken, geleceği de ihmal etmiyor, gelecek, daha gelmeden korku ve endişe tohumlarını yüreğimize ekiyor. Oysa ne geçmiş, ne de gelecek, bir an’ı iki etmiyor. Korku, keder ve endişe sadece bedenimize değil, ruhumuza da ağır geliyor. Hafifleşmek isteyenler nefes ile anda kalmayı deneyimliyor. Öyle ise nefes, doğayı içine çekmek gibidir en derininden. Ve insanın özündeki iklimi deneyimlemesi, kendini keşfetmesi ve en çok da kendi olmasıdır yeniden. Çünkü doğduğu an özdedir, yaşadıkça özden uzaklaşır insan. Benlik, öfke, kin duygularımıza, azar azar zerk edildikçe, insan, dünyaya ben gözlüğü ile bakmaya başlar ve her şeyi bencillik ekseninde algılar. Öze dönmek ise biz bilincine varmak, benden sıyrılıp, yaratılış sırrına ermek gibidir. Güzeli güzelden bilip, çirkinliğe arkasını dönercesine ilerlemek, bir seyyah gibi hayatı seyretmek, anda kalmakla eş değerdir.